- 4 Ekim 2020
- Yayınlayan: gsumed
- Kategoriler: Haber ve Duyurular, Mezunlarla Röportajlar
1. “Les Turquoises” platformunu, faaliyetlerinizi ve ekibinizi kısaca tanıyabilir miyiz? Böyle bir platformu oluşturma fikri nasıl ortaya çıktı ve şekillendi?
Ali Türek: Bir kültür platformu olarak düşündüğümüz “Les Turquoises”ın doğuşunda, hep birlikte paylaştığımız bir tespit, ortak bir hedef ve ilkeler rol oynadı. Yola çıkarken, esaslı bir ihtiyacı hissediyorduk.
Emir Tuközoğlu: Türkiye’nin kültürel zenginliğinin, Paris’te gençler tarafından tanınmadığını gözlemlemiştik.
“Les Turquoises”, bu ihtiyaçtan doğdu. Kâr amacı gütmeyen bir dernek kurup Türkiye’nin barındırdığı kültür çeşitliliğini Paris’te sanatın gücüyle tanıtmayı amaçladık.
Ali: Hedefimiz, Paris ile İstanbul, giderek Fransa ile Türkiye arasında ve hatta ötesinde bir kültür köprüsü oluşturmaktı. En baştan itibaren de en büyük vurgumuz, genç yaratıcılığa ve çoğulluğa oldu! Ve oldukça doğal bir şekilde gelişti, her şey. Galatasaray’dan üç arkadaş, bir araya gelip A’dan Z’ye, “Les Turquoises”ı yarattık; Emir Tuközoğlu, Ali Türek ve Ceylan Türtük. Kısa sürede, aramıza, farklı kültürleri merak eden Fransızlar da katıldı. Bugün, bu değerleri paylaşan bir ekibiz… Aude Mascarou, Esra Naccache, İdil Uzay Uzun, Quentin Fondecave, Maëla Cariou ve Hatun İskender…
Emir: Zamanla, Dünya’nın dört bir yanından Paris’e gelen yabancı sanatçıları da etkinliklerimize dahil ederek daha uluslararası bir çizgide ilerledik. İnsanlar düzenlediğimiz etkinliklere geldiklerinde değişik kültürlerden yeni bir müzisyen, sanatçı veya bilim insanıyla tanışacaklarını biliyorlar. Kültürlerin kaynaşması Turquoises ruhunun en önemli özelliklerinden birisi.
2. Küresel ölçekteki tüm faaliyetleri etkileyen COVID-19 Pandemisi birçok dernek ve STK’nın çalışmalarını oldukça olumsuz etkiledi. Buna ek olarak, bu süreç “sınırların kapanması” başta olmak üzere aslında ülkeler arasındaki ilişkileri de dönüştürmeye devam ediyor. Peki, sizin çalışmalarınız bu süreçten etkilendi mi ve bu süreçte çalışmalarınızı nasıl devam ettirdiniz?
Ali: Salgının Avrupa’da ciddi boyuta ulaşmasıyla birlikte, büyük bir yoğunlukla sürdürdüğümüz etkinliklerin tümünü askıya almamız gerekti. Ancak, Fransa’daki “confinement” süresi boyunca, yeni yolları denemeye devam ettik. Youtube kanalımızdaki, haftalık “L’Heure Turquoise” programı böyle doğdu. Fiziken bir araya gelmemizin mümkün olmadığı uzun bir bahar dönemini, sanal buluşmalarla geçirdik. Farklı inisiyatiflerin keşfi, müzisyenlerle sohbet, şiir dinletilerini, farklı ülkelerden konuklarla, düzenli olarak pazar akşamüstleri yapmaya başladık.
Emir: Herkes gibi biz de çok etkilendik. Son konser etkinliğimizde, salonumuz tıklım tıklım doluydu ve
Arjantin’den, Fransa’dan, Cezayir’den ve Türkiye’den müzisyenleri ağırlamıştık. Salgınla birlikte, tüm programlarımızı iptal ettik. Ama, “L’Heure Turquoise” sayesinde, hem evlerimizde geçirdiğimiz zaman sürecinde öğrendiğimiz kültürel ve teknolojik gelişmeleri takipçilerimizle paylaştık hem de bizi destekleyen müzisyenlerimizin küçük konserleriyle güzel zaman geçirmelerini sağladık. Bu zorlu dönemde dayanışma ruhuyla takipçilerimizi yalnız bırakmadık.
3. Yakın bir zamanda dünden bugüne Fransa-Türkiye ilişkilerini farklı bir perspektiften değerlendirebilmek için “Je t’aime, moi non plus” teması altında bir etkinlik serisi duyurdunuz. Bu programı ve programın ortaya çıkış hikayesini bize kısaca anlatabilir misiniz?
Ali: “Je t’aime moi non plus“, Paris’te efsanevi “ELELE” derneğinin uzun süre başkanlığını yapmış Gaye Petek’in özgün bir fikrinden doğdu. Gaye Hanım’la tanışıklığımız, Turquoises’ın ilk dönemine dayanıyor. ELELE Derneği’nin, uzun yıllar boyunca, kültür alanında olduğu gibi göçmenlerin Fransa’da entegrasyon süreçlerinde de çok önemli bir toplumsal rol oynadığını biliyorduk. Sıcaklığı, desteği ve yol göstericiliğiyle, bizim için muazzam bir buluşma oldu.
Onun orijinal fikriyle, uzun soluklu bir serinin üzerine düşünmeye başladık. Bu toplantılarla, Türkiye ve Fransa ilişkilerinin uzun hikayesine, güncel siyasetin dar kalıplarına sıkışmadan, özgün bir bakış açısıyla geri dönmek istiyoruz.
Osmanlı dönemindeki “Turquerie” modasından genç Cumhuriyet’in doğuşuna ve güncel tartışmalara kadar, dokuz buluşmanın her biri, Türk-Fransız ilişkilerinin bir boyutunu öne çıkarıyor. Her toplantı, konuyla ilgili bir “tanık” veya uzman tarafından tanıtılacak. Keyifli ve samimi olmasını dilediğimiz bu akşamlarda tüm katılımcılar arasında tartışma ve fikir alışverişini teşvik etmek, temel arzumuz.
Emir: Ali çok güzel özetledi. “Je t’aime moi non plus” interaktif fikir alışverişi ile gerçekleştiği için değişik görüşlerden insanlar, Fransa-Türkiye ilişkilerini geniş bir bakış açısıyla incelememizi sağlayacak.
4. “Türkiye’deki Fransa” ve “Fransa’daki Türkiye” algılarını karşılıklı olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu çerçevede Fransa ve Türkiye arasında bir “kültür köprüsü” oluşturmak sizce neden önemli?
Ali: Buna en mükemmel yanıtlardan birini, sanırım, Serge Gainsbourg veriyor: “Je t’aime, moi non plus”. İki ülke arasındaki ilişkiler, çok boyutlu. Ve çok çetrefil bir aşk-nefret ilişkisi var. Türk modernleşme sürecine baktığınızda, muazzam bir Fransa etkisi gözlemleyebiliyorsunuz. Keza, Fransa’da farklı toplumsal katmanlarda, çok farklı kanallardan, çok farklı sebeplerle Türkiye’ye yoğun bir ilgi olabiliyor. Çok yönlü bütün bu etkileşimlerin, hayranlıkların yanında, aynı anda, anlaşmazlıklar, önyargılar da hüküm sürebiliyor.
Biz, önyargıları yıkmanın ve insanları karşılıklı anlayış içinde bir araya getirmenin özgür ve yaratıcı sanattan daha iyi bir yolu olmadığına inanıyoruz. Sanatın o noktada benzersiz bir yönü var. Kültür ve sanat, insanları bir araya getiriyor, köprüler kuruyor. İster popüler ister “yüksek” olarak adlandırılan olsun, kültürün ve yaratımın gücüne derinden inanmak gerekiyor. Galatasaray’ın bir etkisi, iki ülkeyi, düşünme biçimlerini, ilişkilerinin çok boyutlu yapısını, derinlikle, çok iyi tanımamız oldu. Bu anlamda, rolümüzü çok ciddiye alıyoruz.
Emir: Fransa ile Türkiye arasındaki ilişkiler 15. yüzyıla dayanıyor. Uzun yıllar çok güzel ilişkiler sürdüren bu iki ülke, bugün çeşitli çıkmazlar içinde. Bugün birçok Fransız genç Türkiye’nin kültür zenginliklerinden maalesef haberdar değil. Hiç Türkiye’yi ziyaret etmeyen kişilerde kulaktan dolma birçok önyargı ve görüş mevcut. Biz var olan bütün görüşlerin ortak bir etkinlikle buluşup konuşup paylaşılmasından yanayız. Eminim bu toplantılar her yaştan gelen katılımcılara birçok yeni şey öğretecektir.
5. Galatasaray Üniversitesi’ndeki atmosfer, Üniversite’de kazandığınız formasyon ve yetkinlikler “Les Turquoises”ın kurulum sürecini, vizyonunu ve faaliyetlerinizi nasıl etkiledi?
Ali: Daha ilk adımımızda, bizi bir araya getiren ortak payda, Galatasaray’dı. Farklı mesleki odaklarımız, inanılmaz bir bütünlük sağladı. Doktora çalışmalarının yoğunluğu nedeniyle, daha sonra, aramızdan ayrılsa da başlangıçta, Ceylan’ın sosyolog bakış açısı çok önemliydi. Emir’in mühendislik formasyonu, özel bir iş geliştirme düzeni getirdi. Ben de dernekleşme sürecinde, hukuki çerçeveyi oturtmak için yoğun çaba sarf ettim. Bu anlamda, çok bütünleyici bir ekip çalışması yaptık.
Bu bütünleyicilik, bugün de devam ediyor. Tam anlamıyla karma bir ekibiz ve baştan beri yatay yönetimi seçtik. Tüm kararlarımızı, hiyerarşisiz, birlikte alıyoruz. “Contre-courant” bir yönetim tarzını benimseyip bunda ısrarlı olmak da sanırım, okuldan getirdiğimiz ve uzun yıllara dayalı sağlam bir güven ilişkisi ve öz disiplin sayesinde olabiliyor.
Bir diğer yandan da Galatasaray’da şekillenen değerlerimiz, büyük bir ortak payda oldu. Çoğulculuğa olan inancımız, “öteki”yle, “kimlik”le kurduğumuz “sınırsız” ilişkiler, hep aynı koridorlarda şekillenmiş değer yargıları, hayatı okuma biçimleri.
Emir: Ben Galatasaray’da öğrenciyken Öğrenci Konseyinde Kültür ve Sanat Komitesi’nde başkan yardımcısıydım. Değişik alanlarda çalışan birçok sanatçı, oyuncu ve müzisyeni okulumuza davet etmiştik. Klasik müzik konserlerini organize etmiştik. Hatta kültür ve sanat üzerine bir dergi çıkarmıştık. Galatasaray’daki deneyimimin, bugün Paris’teki etkinlikleri düzenlememizde etkisi olduğuna inanıyorum. Yine, Galatasaray Üniversitesi, bugün Paris’teki değerli arkadaşlarımın birçoğu ile bir araya gelmemi sağladı. GSÜ’nün bize öğrettiği değerler sayesinde bugün bu iki ülkeye güçlü bir bağla bağlıyız. Ve içinde büyüdüğümüz bu kültürel zenginliği paylaşmak arzusundayız.
6. Galatasaray Üniversitesi’nde öğrenci olduğunuz zamanlara baktığında “keşke” dediğiniz noktalar var mı? “Les Turquoises” deneyimlerinizden yola çıkarak, özellikle Üniversitemizde şu an lisans eğitimi alan öğrencilere yönelik kendilerini geliştirmeleri yönünde tavsiyeleriniz neler olabilir?
Ali: Galatasaray’ın mucizelerinden biri, keşkelere çok fazla yer bırakmayacak kadar, yoğun yaşatması kendini. Kendi adıma tek pişmanlığım, Galatasaray’da geçen zamanın akış hızına direnmemiş olmak var. Bir de alanım dışı disiplinlerle çok daha ciddi biçimde ilgilenememiş olmak. Hukukun yanında, temel bir ilgi alanını, dört yıl boyunca, ısrarla takip edebilmiş olabilmeyi isterdim.
Emir: Keşke okulumuzun bahçesinde daha çok zaman geçirebilseydim. Okulumu ve arkadaşlarımı özlüyorum.
7. “Je t’aime, moi non plus” programına ek olarak, önümüzdeki dönemler için planladığınız başka etkinlikleriniz var mı? Bu etkinlikler ve katılım olanakları çerçevesinde bizi bilgilendirebilir misiniz?
Ali: Temel hedefimiz, ilk yılımızda büyük bir doğallıkla yakaladığımız ivmeyi geri kazanabilmek. Salgının geride kalmasıyla birlikte, konserler, festival akşamları, edebiyat sohbetleriyle tekrar buluşabilmeyi ve çoğul yaratımı, doğrudan aktarmaya devam edebilmeyi çok önemsiyoruz. Orta vadede ise, genç yaratıcıları, İstanbul’dan Paris’e davet edebilecek, özgür ve bağımsız bir kültürel referans noktası olabilmek. Hayalimiz, bu.
Emir: Ali’ye katılıyorum. Covid-19 tehdidi ortadan kalktığında film gösterimleri, konserler, festivaller, tiyatro ve dans gösterileri organize etmeyi çok istiyoruz. Les Turquoises’ın Paris’te daha çok insan tarafından bilinmesini arzuluyoruz.